Akıl ve din terimleri, İslam düşüncesinin erken dönemlerinden itibaren, modern dönemleri de içine alacak şekilde insanoğlunun zihnini meşgul eden iki temel olguyu ifade eder. Daha genel olarak düşünüldüğünde bu problem felsefe-din ilişkisinin tartışma alanına giren bir konudur. Felsefe ile din, Ontolojiden epistemolojiye, etikten estetiğe kadar belli önermeler ve hükümler bütününe sahip olan bu iki alan, insanlık tarihi içerisinde çeşitli açılardan ele alınıp incelenmiş, onların mahiyet ve keyfiyetleri konusunda birtakım görüşler ileri sürülmüştür. Felsefe ile din gerçeğini müstakil olarak anlamaya ve izah etmeye çalışan düşünürler, birbirleriyle paralellikler arz edebilen bu iki alanın nasıl bir münasebet içerisinde olduğunu ortaya koymaya çalışmışlardır. Özellikle Gazali’nin Meşşaî filozofları ağır bir şekilde eleştirmesi ve dini açıdan töhmet altında bırakması, İslam düşüncesinin seyrinin akıl alanında görece daralmasına ve akıl konusunda daha mesafeli bir tutumun benimsenmesine sebep olmuştur. Daha sonra böyle bir düşünce ortamda yetişmesine rağmen İbn Rüşt’ün akıl-vahiy ilişkisi konusundaki yaklaşımının mevcut anlayışları değiştirmeye ve doğrudan Kuran metnine yapılan referanslarla bizzat Kuran’ın öngördüğü çerçevede bir akıl-vahiy ilişkisi tasavvuru geliştirmeye matuf düşünceler ortaya koymaya çalıştığı görülmektedir.