Şekli, boyutu ve değişen bütün dinamikleri ile göç tüm zamanların en canlı faaliyeti ve hareketliliği olarak varlığını hep korumuş ve koruyacaktır. Varoluştan beri insanlık için dünyanın bütün coğrafyalarını mümkün kılmanın göçten başka seçeneği olmamıştır. Bu sadece gönüllü bir kopuş olmanın yanında insanoğlunun umarsızlığına ve hayatta kalma şansına yeni bir kapı olması açısından da oldukça duygusal bir konudur. Bu duygusal yön, hareketlilik ve canlılık, göçün sentez ve kendi zorlu yöntemi; varoluş sancısından, dünya sisteminin adaletsizliğine ve nihayetinde kişinin kendi kalabilme mücadelesine değen uzunca bir yol olmuştur. Toplulukların, kavimlerin, medeniyetlerin geçmişte sürekli yer değiştirdikleri bilinmektedir. Hatta birçok topluluk göçebe yaşamaktaydı. Dolayısıyla her dönem bu olgu kendini göstermiştir. Ancak göçebe yaşayan bir topluluğun göç algısı ve onun yaratacağı etki ile günümüz dünyasında yaratacağı etki elbette ki aynı olmayacaktır. Bu duruma, yenidünya düzeninin ve küreselleşmenin yol açtığı tüm hususlar da eklenirse eğer göç artık ekonomik, siyasal, sosyal ve psikolojik birçok boyutları olan bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır. İnsanoğlunun tarihi tecrübelerinden yola çıkılarak göçün, farklı formlarda farklı zaman dilimlerinde gerçekleştiği ve nihayetinde tarihin bütün zamanlarında varlıklarını gösterdikleri görülmüştür.