İNSANİ MÜDAHALE: LİBYA ÖRNEĞİ

İnsanın biyolojik bir varlık olmanın ötesine geçerek sosyal bir varlık olması ve yaşamın giderek karmaşıklaşan yapısı örgütlenme ihtiyacını doğurmuş, örgütlenmeler devletleşmeyi dolayısıyla egemenlik kavramını beraberinde getirmiş ve devlet olma ile egemenlik iç içe geçerek vuku bulmuştur. Doğanın kanunu gibi devletler de zamanla kendi aralarında güçlü- güçsüz olarak ayrılmış, egemenlik imtihanları ve kargaşaları yaşamıştır. Savaş tarihine bakıldığında savaşların çoğunlukla 17. yüzyıl da yoğunlaşmıştır. Bunun en önemli sebeplerinin başında egemenlik mücadelesi yer almaktadır. Milletler öncelikle savaşı, egemenliklerini elde etmek için kullanmış, daha sonra da devlet egemenliğini sürdürmek için sahipoldukları bir hak olarak görmüştür. Savaşın, egemenliğin elde edilmesi ve korunması için bir hak olarak görülmesi kaosları beraberinde getirmiştir. Yaşanan acılar ve bitmek bilmeyen savaşlar, savaşa belli kurallar koyarak sınırlandırılma çabalarını beraberinde getirmiştir. Bu yöndeki en temel teori olan “Haklı Savaş Teorisi” savaşın her durumda meşru olmadığını, meşru olması için belirli şartları taşıması gerektiği düşüncesi etrafında şekillenmiştir.